20 Kasım 2013 Çarşamba

sizin ruh sağlığınızı koruma yönteminiz ne?



ben bi yöntem geliştiremedim.yıllardır çabalıyorum.herşeyi deniyorum.
bulamadım.ne yapmam gerektiğinden ziyade şu zamanlarda ne yapmamam gerektiğini biliyorum.
eski defterleri açmamam gerekiyor,eski ve güzel ve acı olan herşeyi
beynimin kullanılmayan bi köşesine tıkıştırıp
koli bantlarıyla üstünü güzelce kapatmam gerekiyor.
yalnız kalmamam,düşünmek için vakit bulamamam gerekiyor
nazan öncel,ahmet kaya dinlememem,
gelecek uzun sürerdeki sahneleri aklımdan çıkarmam gerekiyor.
hele hele hakan gündaya ara vermem gerekiyor.
kitapığımın üzerinden bana bakan babamın gözlerinden gözlerimi kaçırmam gerekiyor.
sevgilimin neyin var sorusunu duymamam gerekiyor.

belki fiziksel yorgunlukla kendimi meşgul etmem lazım
saatlerce yürümem,koşmam,
tıkanıncaya kadar bağırmam gerekiyo.
belki karşı apartmanımdaki küçük çocuk gibi
perdeleri açıp her akşam cıplak bi şekilde dans etmem gerekiyo,
balonlarla oynamam.belki yüzmem gerekiyor,boğulmam gerekiyor.
soğuk sulara kafamı daldırıp,çıkarmamam gerekiyor.

kocaman bi siktir çekmem gerekiyo herkese.
siktirin gidin lan hayatımdan beni rahat bırakın
siktir lan yapmıyorum dediklerini
bıktım artık düzeninizden,kuralınızdan,tebliğinizden,tebellüğnüzden demem gerekiyor
sabahları çenemin ağrısını duyumsamamak için
belki artık çenemi ağrıtana kadar küfretmem,bağırıp çağırmam,
belki çenemi kırdırana kadar dayak yemem gerekiyor.
baş ağrılarımdan kurtulmak için
belki de hayatımdaki bütün başağrısı insanlara
sen şu boksun,seni görmek istemiyorum artık,
sen hiç laftan anlamazmısın hayvan herif,
bıktım artisliğinden kaltak karı bir sen mi akıllısın diyebilmem gerekiyor.

sizin ruh sağlığınızı koruma yönteminiz ne?
ben bu gün kestane pişirip,dizi izleyip herşey çok normalmiş gibi davranıyorum.
fırsat buldukça her kentsoylu gibi
tiyatrolara sinemalara,konserlere,sanat filmlerine,yurtdışı tatillerine,
uluslararası tiyatro festivallerine,
toplumcu gerçekçi fotoğraf atölyelerine,arkadaşlarla kahvaltılara,
çok büyük lüksmüş gibi 30 km ötede bi göl kıyısında doğaya karışmaya gidiyorum.
büyükşehirin bütün avantajlarından yararlandığımı düşünüp
kendimle gurur duyuyorum.
gittiğim ve çok hesap ödediğim mekanlarda yer bildirimi yapmayı ihmal etmiyorum.
feysbuka hep güzel fotoğraflarımı,twitera güzel laflarımı saklıyorum.
herkese aman ne kadar da kültürlüyüm,aslında be ne kadar da mükemmelim,
Ben sonuçta..... bir hatunum
(hakan bıçakçı'ya selam çaktım burda(bakın ne entelim))'ugöstermeye çalışıyorum.

çok iyiyim hiç bişey yok annecim diye telefon konuşmaları yapıyorum.
"anne kafamı,bedenimi bu odaya,eve,ülkeye,dünyaya sığdıramıyorum.
anne bir derdim var bi türlü anlamıyorum.anne unutamıyorum olanları,
hazmedemiyorum,yüzleşemiyorum,anne ben ağlayamıyorum bile"
demiyoum tabiki
annelere böyle şeyler söylenmez.
hele ki evin küçük asi kızıysan senin ukalalıklarına,
küçük şımarıklıklarına alışmış ama sinir krizi eşiğindeki,
kendine bile tahammülsüz halini,mutsuzluktan geberen halini hiç görmemiş
bir anneye bunlar söylenmez.
küçük tatlı,yaramaz,
sivridilli kızın bu hallerini anneye gösterecek kadar acımasız olunmaz.
bu kadar hayvanlık yeter.
Bu kadar hayvanlık yetsin!
artık insan olalım.
olabileyim.sadece düşünmeden,başağrısız tamamen ben olabildiğim,
rol yapmak zorunda kalmadığım,
hayvanlaşmak zorunda kalmadığım,
kimseyi mutlu ve tatmin etmek zorunda kalmadığım,
gerçek sesimi duyabildiğim bi gün olsun.


cimitro 13 aralık 2012
 (eski bir yazı olmakla birlikte ne yazıkki güncelliğini halen korumakta:))



9 Temmuz 2013 Salı

Devletin başına devlet geçecek!


10 yaşındayım,fena milliyetçi bir anne babanın kızıyım,parti korteji mahallede önümüzden geçerken bayrak sallıyorum, bir partili araçtan inip bana 3 hilalli kolye hediye ediyor,ne kadar şirin bir görüntü çiziyorsam artık ve canhıraş bağırıyorum devletin başına devlet geçecek! ne güzel diyorum ya,bence de halk kendi kendini yönetmeli zaten, devlet bahçeli’den bahsettiğimin farkında değilim, o yaşta sosyalist olduğumun farkında değilim..
                                                              hayat kısa,
                                                              kuşlar uçuyor.

8 Nisan 2013 Pazartesi


mutlu olmak istiyorum.mutlu insanlar gibi olmak istiyorum.
biri bana sahip çıksın istiyorum.

22 Mart 2013 Cuma

"Ağla oğlum,korkma,insan korkarsa ağlayamazmış, korkma ağla"


“Baba sen artık ölsen ya.Niye ölmedin ki bu zamana kadar?"

Çok beklediğimiz,merak ettiğimiz şeylere kavuşmaya yakın bir tedirginlik çöker ya insanın üstüne,ya beklediğime değmezse diye.Tam olarak o tedirginlikle gittim Krek Mekan’a. Çünkü babamın cesetlerinin hikayesini  ilk okuduğumdan beri çok çok merak ediyordum,ölmek üzere olan bir baba,30 yıllık eşine hastaneye gelmeyecek kadar küskün bir anne,babayla ve kendiyle kavgalı küçük kardeş ve  aile içi hesaplaşmalar ilgi alanım sayılabilirdi çünkü.
Tek bir sahne düzeni  var oyunda ,aslında tek bir fotograf karesi gibi.Bir hastane odası.Daha fazla acı çekmesin diye uyutulan baba,hastane yatağıyla beraber dekorun bir parçası.Baba ara ara uyandığında kalbimizi sıkıştırma,ve oyun ilerledikçe hayattan dersler verme görevini üstlenmiş.Büyük oğul,küçük oğul ve küçük oğulun karısı sahnedeler.Bu üçlüden hangi ikisi yalnız kalırsa bir itiraf geliyor,sırların seyirciye veriliş sıralaması çok iyi.Büyük oğul hayatta bir yere tutunmaya ve kendini özel hissetmeye muhtaç,6 yıldır bir film çekmeye çalışan,aslında çalışmayan sadece bundan bahseden,yaşça büyük ama kardeşinin abiliğine muhtaç,aslında ne ölmekte olan babasını,ne annesinin küskünlüğünü,ne kardeşinin ne kadar yıprandığını umursamayan biraz bencil bir portre.Küçük oğul ise abisinin tersine babasına öfkeli,yalnız büyümek zorunda kaldığı için hırçın,kavgacı,korkak,oyunda en çok ihanete ve haksızlığa uğrayan, üstüne gidilen,bir nevi günah keçisi.Bu noktada Öner Erkan’a yeniden hayran olmamak mümkün değil,performansı çok çok iyi.Gelin kızımız ise aslında aileye biraz dışarıdan bakabildiği için belki olayları en mantıklı ve gerçek haliyle görebilen ama kendi içinde zayıf ve ne yazık ki yanlış adama aşık olmuş bir kadın.Tüm oyun boyunca kulağımızdaki kulaklıklarla oyuncuların nefes alışverişlerini dahi duyduğumuz için belki de sanki bir aileyi röntgenliyormuş hissine kapıldım.Berkun Oya oyunu camın ardından izleterek seyirciye bu röntgenden uzaklaşma ve kendini biraz olsun soyutlama şansı vermiş.
 Hikaye güzel ama bana yeryer abartı geldi.Yani Öner Erkan'ın oynadığı küçük kardeşe çok yüklenilmiş,Babamın cesetleri değil Babamın cesedi olabilirdi oyunun adıJ Baba zaten,suçlamaların doğru olmadığını bildiği için mağrur,bilgiç bilgiç gülümseyip dersler vereyim,ölmeden aman biraz daha mükemmel olayım gibi biraz kasıntı olmuş,sevmedim baba karakterini.Ödüllü bir savaş foto muhabiri olduğu,özgür ruhlu bir adam olduğu için,her türlü acıyı ve insanın bütün çirkinliklerini görmüş,yaşamı tatmış bir adam olduğu için,çocuklarını ve karısını 35 yıl yalnız,sevgisiz bırakmasının affedilmesini hakkı gören ve “ama ben aslında sizi seviyordum”u ölürken çocuklarının gözüne sokup,onları vicdan azabına hapsediyormuş gibi.”Fiziken yanlarında olamadığı için böyle,yoksa mükemmel bir baba”portresini samimi bulmadım.Belki bizim ödüllü savaş foto muhabiri babalarımız olmadığı için.Yanında ama sevgisini gösteremeyen bir baba bence daha gerçekçiydi.Yani berkun oyanın çizdiği baba mükemmel ki nesine kızalım?Abiye diyecek sözüm yok,bencil sadece.Rahatsız edici  bi şekilde oyunda yıpranmayan tek kişio.Ya da Kaan Taşaner yıpranmışlığını bize aksettiremedi hiç kusura bakmasın.Anne anlaşılabilir.acı,sevgisizlik insana herşeyi yaptırır,kocayı kahırdan göçtürecek iftiralar attırabilir.Belki sadece kafa karışıklığıyla yapmıştır,bilinçli bir kötülük değildir bu.Özetle karakterler güzel çizilmiş ve genel olarak seyirciyi tatmin eden bir oyun.Salondan hönküre hönküre ağlayan çıkan insanlar oyunun ne kadar başarılı olduğunun kanıtı.Bense oyundan önce sürekli ay çok ağladım,ah dağıldım yorumlarını okuduğum için belki biraz kasıldım,ağlayamadım.
Not bu yazı haddinden fazla “belki”içeriyor.Belki,kafam biraz karışık olduğundandır bu kadar belki.

19 Mart 2013 Salı


Bu olumsuz bir yazı,ben olumsuz bir insanım.
Yeni kıtayı keşfetmişçesine bir süsle püsle herkesin bildiği şeyleri, hayata dair olağanötesi çıkarımlar yapıyormuş gibi söylemek zayıf noktamız ve benimde bittabi(bu da bir genelleme,bir zayıflık).İnsan olmakla bencil bir köpek olmak arasında gidip geliyoruz bence.Bence dememe ne  gerek var?Ben yazıyorum tabi bence olacak,ama bence dersem benim gibi düşünmeyenlerle de ufak bir yakınlık kurmuş olacağım,ah ne sinsiyim.Ben olumsuz bir insanım,anlaşılmayı beklerim,anlaşılmak için canımı dişime takar çalışırım,ödevlerimi günü gününe yaparım,hep olmasa da insanlara iyi davranırım,gerekirse anlaşılmak için dır dır 3 saat konuşabilirim,anlaşılamam belki diye korkumdan aynı şeyi defalarca farklı cümlelerle,farklı üslupta,farklı zamanlarda söylerim.Bu anlaşılma kaygım manyak gibi herkese karşı değil tabi.Sadece en yakınım beni anlasın bana hiç bişey olmaz diye düşünürüm,hatta geri kalan herkes için ne düşünürse düşünsün çokta fifi deme arsızlığında bulunurum hem de yüzlerine.Manyak değilim ya da öyle sanıyorum,işe girerken sağlık raporu lazım gelmişti de psikolog formaliteden muayenesinde bir psikolojik sorunun var mı demişti,psikoloğun iyimserliğine gel.Var,ben bunun farkına varabilecek kadar kendimi tanıyan bir bireyim ,bununla yüzleşecek kadar da cesurum,evet var. gibi bir cevap bekliyor? Tabiki beklemiyor nasılsa kimse he deme, bende sağlam der geçerim diye sinsilik yapıyor. İnsan olmakla bencil ve sinsi bir köpek olmak arasında gidip geliyoruz bence.
Ben kurban olarak seçtiğim ve beni anlamasını beklediğim en yakınım,beni anlamadığında bunalımlara girerim.Zaten bunalımlara girmem için böyle elle tutulur bir nedene bile gerek yok,ben 10 saniyede bunalıma girebilirim,aylarca yıllarca da çıkmam,bunalımdan bunalıma koşarım,böyle de inatım. İnsan olmakla bencil, sinsi ve inat bir köpek olmak arasında gidip geliyoruz bence.